10 Nisan 2013 Çarşamba

Güzellik bloglarında nefret ettiğim klişe ve geyikler

Her blog yazarı gibi güzellik ve makyaj ürünlerine karşı konulamaz bir ilgim var. Hem Türk hem de yabancı blogları okumak, yeni ürünler keşfetmek en sevdiğim hobilerimden biri. Bu okumalarım sayesinde son senelerde çok şeyler öğrendiğimi, bilgi seviyemi çok arttırdığımı düşünüyorum. Ama okurken takıldığım, sinirlendiğim, bazen de güldüğüm bazı olgular var ki artık içimde tutamadım. Kendi kendime söylenip duracağıma yazıya dökeyim, sizlerle paylaşayım istedim. Aslında buna biraz da imtina ediyorum, zira bu bahsettiğim özellikleri sergileyen çok insan var ve bir kısmının tepkisini çekmem olası. Ama ne yapalım, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Bloğum tipik bir "körler sağırlar birbirini ağırlar" bloğu olmasın istiyorum. Dürüstçe muhalefetimi ortaya koymazsam ikiyüzlü hareket etmiş gibi hissedeceğim kendimi, biliyorum.

Bu arada fikirlerimi biraz abartılı ve sert bir şekilde dile getirmiş olabilirim. Bu bahsettiğim düşünceleri makul ölçülerde paylaşan insanlara değil kesinlikle itirazım. Belli ölçülerde bu düşünce ve davranışları ben de paylaşıyorum. Örneğin alışveriş yaparken ve inceleme yazarken ben de markalara dikkat ediyorum, kutularını inceliyorum, ürünleri kokluyorum, sivilce yapanları tekrar almıyorum.  Benim rahatsız olduğum bu fikirlere aşırı bir şiddetle bağlı olan, savunan, alternatifleri göz önüne almayan, sığ görüşlü ve mutaassıp kişilerin sahip olduğu ekstrem bakış açıları. Yoksa makul ve mantıklı dozda ve şekilde ele alındığında hepsi esasen gerekli ve faydalı aslında.


1. Marka düşkünlüğü. Malum, devir imaj ve pazarlama devri. Artık ne kullandığınız değil ne marka kullandığınız önemli. Sadece güzellik ürünlerinde değil, her şeyde bu böyle. Bende bir anormallik mi var nedir; oldum olası fazla reklam veren pahalı markalara şüpheyle bakarım. O reklamların parasını bana ödetmek istediklerini düşünürüm. Her zaman prestijden ziyade işleve, fonksiyonelliğe bakarım. Etrafıma bakınca düşünüyorum da, sanırım nesli tükenen bir yaratığım vesselam.

Makyaj bloglarında marka düşkünlüğü yoğunlukla egemen maalesef. Pahalı marka iyidir, ucuz marka kötü ve kalitesizdir fikri, açıkça dile getirilmese bile inceleme ve yorumlarda altta yatan ana tema çoğunlukla. Ucuz bir markaya şans verip denerken bile yazarlar beğenmedikleri en ufak şeyi "ne de olsa bilmemne marka" diye acımasızca itham edebiliyorlar. İronik bir şekilde aynı yazarlar bir araba para verip aldıkları pahalı markayı beğenmek için neredeyse kendilerini zorluyorlar. Beğenmemek kaçınılmaz olduğu zaman bile "belki bu ürün böyledir", ya da "belki bana uymamıştır" diye toz kondurmamak için mazeretler uyduruyorlar. Aslında psikolojide bunun bir açıklaması var: Escalation of commitment. Yüksek paralar verilerek alınan ürünlere yapılan maddi ve manevi taahüt daha yüksek olduğundan kişiler o ürünü alarak hata yaptıklarını kabul etmek istemiyorlar.  Ama bu esnada görüşlerini bloglarında yazarken izleyicilerini de yanlış yönlendirmiş oluyorlar maalesef.

Bir de tabii bloglarında hep pahalı markalara yer vererek kendini yüceltmeye çalışanlar var. Bu kişilere göre kendilerini yüksek prestijli markalarla ilişkilendirmek onları da prestijli kılıyor. Bu insanların da aslında gerçek hayatlarında özgüven sorunu yaşadıklarına dair bir düşüncem var. Ama onu henüz kanıtlayabilmiş değilim.

Bugün okuduğum bir blogda adaşım olan yazar bir Avon rujunu beğenmemiş. Denediği ürünün performansını beğenmemenin ötesinde marka hakkında genel tespitler de yazmış. Kendisinin zaten bu markayı pek kullanmadığını, genelde içeriklerinin masum olmadığını, bu ürüne bu kadar para verileceğine gidip Rimmel falan alınmasının daha iyi olacağını yazmış. Yıllardır Avon kullanan biri olarak buradaki önyargılı yazıya kibar ama eleştirel bir cevap yazdım. Eleştirdiği ürünün içeriğinin tavsiye ettiği ürüne göre çok daha "masum" olduğunu liste sunarak ortaya koydum. Saf bir şekilde karşımdaki kişinin yaptığım eleştiriyi olgunlukla karşılayabileceğini ve kendince çıkarımlarda bulunabileceğini düşündüm. Tabii bunun tam tersi oldu. Agresif bir savunma ve tamamen kişisel bir saldırıyla karşılaştım. Bir daha da düşüncelerimi kendi blogum dışında kimseye açmamaya karar verdim.

Bir başka sitede de yine bir blogger'ın Flormar, Golden Rose, Avon gibi markaların incelemelerine yer verdiği için topa tutulduğuna şahit oldum. Yorum yazan kişi blog yazarına "eskiden severek seni takip ederdim. Artık hep kalitesiz markalara yer veriyorsun" diyerek saldırıyordu. Zavallı blog yazarı da yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal, ne yazsam beğendiremiyorum diye yakınıyordu.

Allah ıslah etsin diyorum, ne diyeyim...

Bizde bu kafa oldukça markalar bizi daha çok soyup soğana çevirir. Üç kuruşluk malı elli kuruşa kakalar dururlar. Müstehaktır.



2. Şekil şemal düşkünlüğü. Kozmetik dünyası maalesef ambalajı pahalı ve gösterişli değilse içinde altın olsa dönüp bakmayanlarlarla dolu. Her kozmetik meraklısı gibi tabii ki ben de seviyorum güzel, alımlı ambalajları. İşlevini yerine getirmekte başarılı bir ürünün ambalajı da şıksa tadından yenmez. Ama sadece kutusu şık değil diye bir ürünü denemekten kaçınmak veya kötülemek çok saçma bence. Neticede benim amacım cildime bakabilmek veya güzel makyajlar yapabilmek ise bunu sağlayan ürünün içindekidir, dışı değil. Bu aynen bir insanı zekasına değil de güzelliğine göre değerlendirmeye benziyor. Tabii konunun güzellik olduğu düşünüldüğünde meraklılarının da ürünlerin güzelliğine takılmaları hiç de şaşırtıcı değil. Ama bilinçli bir tüketicinin bu pazarlama unsurlarının ötesine geçebilmesi gerekir diye düşünüyorum. Özellikle de ürünler konusunda eleştiri yapma ve başkalarına önerilerde bulunma yetisini kendinde gören blog yazarlarının... Çok mu şey bekliyorum?



3. "Masum" / doğal içerik düşkünlüğü. Bu da bir başka güzellik trendi. Son zamanlarda herkes başımıza bir doktor, estetisyen, kimyager, vs. kesildi. Herkes bir maddeye takmış durumda. Paraben-fobikler, sülfat-fobikler, ultraviyole-fobikler, silikon-fobikler, talk-fobilkler, aluminyum-fobikler... Liste uzaaar da gider. Yani ben demiyorum ki bu maddeler masumdur, alın bol bol sürün oranıza buranıza. Eminim fazla dozda kullanılmamasında fayda vardır. Ama aslında bu herşey için geçerlidir. Fazla miktarda su içmek bile insanı öldürebilir. Kaldı ki cildinize eser miktarda sürdüğünüz kozmetiğin içindeki eser miktardaki parabenin cilt üzerinden emilip de sizi kanser yapma ihtimali gerçekten çok düşük. Ona gelene kadar bir sürü insanın fosur fosur içtiği sigara, yediği işlenmiş, hormonlu, ilaçlı gıdalar, soluduğu kirli hava gibi etkenleri ele almak lazım. Sağlıklı yaşam olayını getirip parabensiz kozmetiğe bağlamak saflıktan öte birşey değil. Ayrıca içine paraben koyulmayınca bir ürün otomatikman zararsız olmuyor. Sonuçta o üründe bakteri üremesini önlemek için mutlaka bir kimyasal kullanılması gerekli. Paraben yerine başka bir koruyucu kullanınca herkes rahatlıyor ama. Parabenin adı çıkmış neticede. Diğer maddelerin ne etkisi var, bilmiyoruz. Bu paraben-free olayı da kozmetik üreticilerine yeni bir pazarlama malzemesi olmaktan öteye geçmiyor. Halbuki biraz sağduyulu davranıp paranoyaya mahal vermesek yeter de artar bile.

Doğal içerikli ürünler muhabbeti de bir başka komedi. Bazıları sanıyorlar ki doğal olan her şey faydalıdır. Doğada faydalı bitkiler olduğu kadar zehirliler de var. Öte yandan hastalandığımızda derdimize derman olan ilaçların birçoğunun içinde sentetik maddeler var. Önemli olan hangi etken maddeyi hangi amaçla hangi miktarda kullanacağını bilmek. Bunu da 3-5 blog yazısı okuyup kendini guru ilan etmiş birkaç bilmiş hatundan öğrenemeyeceğinize sizi temin ederim. Yüzüne methollü, naneli bir krem sürüp "oh ne güzzel serinlik verdi, işe yarıyor olmalı" diye cahilce fikir yürüten blogger'ın bilmediği şey aslında o tamamen doğal maddenin aslında dermatolojide irritan olarak nitelendirildiği ve faydadan çok zararının olduğu. O yüzden en iyisi fikirlerimizi mümkün olduğunca bilimin ışığında oluşturmak ve bilgi kaynaklarımızı iyi seçmek.

4. Son kullanma tarihi obsessifliği. Güzellik bloglarını okumaya başlamamla birlikte farkına vardığım çok enteresan bir olgu da bu son kullanma tarihi meselesi. Birçok blog yazarı aldıkları ürünü yazarken "son kullanma tarihi X'miş, hemen kullanmam lazım" gibi şeyler yazıyorlar. Sanırsınız ki ürünün kutusunda şöyle yazıyor: Son kullanma tarihini 1 gün geçe bu ürün kendini imha edecektir. Bummm!

Hanımlar, biraz rahat olun Allah aşkına. Aldığınız ürün reçeteli ilaç değil. O son tarihler kullanıcılara genel bir fikir vermek için yazılıyor, Allah'ın emri değil. Ürününüzün kokusu, rengi veya dokusunda bir değişiklik olmadığı sürece çoğunlukla kullanmanızda bir sakınca yok. Özellikle pudra, far, allık gibi toz formundaki katı ürünlerde kullanım ömrü yıllarca uzayabilir. Fondöten, ruj gibi sıvı veya kremsi ürünlerde ise özellikle koku değişikliğine dikkat etmek yeterlidir. Son kullanma tarihi 1 ay geçti diye gayet güzel iş gören, alerji vs. yapmayan bir ürünü çöpe atmak israftır. Paranıza yazıktır. Kozmetik markalarının ekmeğine yağ sürmekten başka birşey değildir.


5. Burnu bir tazıdan daha hassas koku alan makyaj meraklıları. Allah uzun ömür versin, hastalanmadan önce eşimin halası ekmeği bile uzun uzun koklar öyle yerdi. Bazı güzellik bloglarının yazarları da bana onu hatırlıyor. Tabii yiyeceğinizi koklamak midenize gideceği için çok daha mantıklı. Yüz kremini, ojeyi, allığı obsesif şekilde koklamak ise bence hiç değil. Kokusu sürdükten birkaç saniye sonra kaybolan bir kozmetik ürününü yerden yere vurmak bir miktar işgüzarlık klasmanına giriyor bence. Tabii ekstrem decede keskin, kötü veya kalıcı kokuları olan kozmetikleri kastetmiyorum. Bu tip ürünleri eleştirmek tabii ki gayet haklı ve gerekli. Ama blogları okudukça bana öyle geliyor ki bazı insanlar bu koku beğenmeme olayını biraz abartıyorlar. Bir kere tabiatıyla koku çok göreceli bir konu. Herkese beğendirmenin olanağı yok. Eleştirirken bizim beğenmediğimize bir başkasının bayılabileceğini hesaba katmak lazım. Tabii hiçbir kozmetik firmasının kokarca esanslı ürün piyasaya sürmeyeceğini varsayarsak... Diyebilirsiniz ki parfüm koymasınlar, kokusuz olsun. Ancak bu sefer de ürünün içindeki kimyevi maddelerden kaynaklanan nahoş bir koku olabilir, onu maskelemek için parfüm koymak mecburi olabilir. Her halükarda, bu koku-kolizm bana biraz abartı, biraz takıntılı geliyor.


6. Sivilce-yapar dedektörleri. Bir başka grup kozmetiksever de birkaç kere kullandıkları bir ürünün kendilerinde sivilce yaptığını söyleyerek yaradana sığınıp yapıştıranlardır. Aslında onları tamamen anlıyorum. Ben de bir ürünü kullanıp sivilceyle karşılaştığımda evde kendi kendime sövüp sayıyorum bazen. Ama iş bu tecrübemden yola çıkarak ürün hakkında yorum yapmaya ve başkalarına tavsiyelerde bulunmaya gelince biraz daha temkinli olmak gerektiğini düşünüyorum. Bir kere unutmamak gerekir ki herkesin cilt yapısı farklıdır. Dermatologlarca test edilmiş ürünler bile bazı kişilerin cilt yapısına uymayabilir. Sizin suratınızı çarşamba pazarına çeviren krem bir başkasınınkini ipek gibi yapabilir. Dolayısıyla tek bir örneklemden yola çıkarak bir ürüne "sivilce yapıyor" diye yaftayı yapıştırmak haksızlıktır. Hem sizin o tecrübenizin ne kadarının o ürüne bağlı olduğu da şüphelidir. O ürünü kullandığınız sürede başka ne ürünleri kullandınız, ne yediniz, ne içtiniz, ne kadar uyudunuz... Bunların hepsi hesaba katmadığınız diğer etkenler olabilir. Dolayısıyla "işte bu yaptı" diye parmak doğrultmak o kadar da kolay değildir. Tek yapabileceğiniz kendi tecrübenizi paylaşıp başkalarına denemeleri için kapıyı açık bırakmaktır.

4 yorum:

  1. Selamlar olsun !
    Blogunuzun dili pek akıcı uzunca yazınızı bile okuyabildim tebrik ederim !
    Fakat yazınız aleni şekilde saldırı niteliğinde sizin rahatsız olduğunuz tüm şıklar insanların okuma konusunda tercih sebebi. Ki okuma oranlarınıza baktığımda neden blog dünyasında parlamadığınıza bir kanıt niteliğinde bu yazınız ? Herkes kendince hoş ve güzel herkesin kendince kriteri var detaylara dikkat eden bloggerları seviyoruz siz aforizma estirmeye çalışmışsınız ama olmamış başka blogda şu oldu bu oldu demek hoş değil . Şöyle yapın kendinize göre doğru olanı yazın biz okuyalım bakalım ne düşünürüz iyi olanlar talep görür özellikle sadece işini yapanlar.İnsanlara bunu söyeleyen sizin yazısı şunu düşündürdü bana yazılarınız.. siz neyin kimin bilirkişisiniz de bir şablon attınız ortaya ?
    Sevgilerim ve saygılarımla G.tekinsezer

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Güngör,

      Yazımın ve düşüncelerimin biraz provokatif olduğunu kabul ediyorum. "Başkalarının seçimlerine laf etmek senin ne haddine" diyebilirsiniz, bu da sizin hakkınızdır. Saygım sonsuz. Ama bunlar benim hakiki, içten düşüncelerim. Bu konularla ilgili bir blogda her yazı okuduğumda içimden geçenler bunlar. Birisi dinlese de anlatsam dediklerim. Belki bu gibi düşünceler, eleştiriler birçok insanın aklına geliyordur, ama birilerini rahatsız etmemek adına söylemekten kaçınıyor olabilirler. Ama burası benim kişisel blog'um. Amacım kimseye yalakalık yapmak veya para kazanmak değil. Kendi düşüncelerimi yazıya dökmek. Bunları es gelip de okuyan ve beğenen olursa ne ala. Ama bundan yıllar sonra dönüp "bak o zaman önce böyle düşünmüşüm" demek için kendim bile okusam bana yeter.

      Blog'umun az okunmasına gelince... Yazılarımın başlangıç tarihine bakarsan geçmişinin baya kısa olduğunu fark edersin. Doğrusu çok sık da yazmıyorum. Yazmaya değer birşeyler olduğunda ve tabii vakit bulabildiğimde... Blog'umu promote etmek için de doğru düzgün bir faaliyette bulunmuyorum. Şu ana kadar gelenler genelde tesadüfen rastlayanlar. Dolayısıyla fazla takipçim olmaması da bence normal. Bunu değiştirmek için bir çekiliş vs. yapabilirim. Aslında yakın bir zamanda böyle bir planım da var. Ama yapmasam da bence önemli değil. Zira amacım popüler olmak değil, sadece dürüstçe fikirlerimi paylaşmak.

      Ben zaten yapı olarak statükoyu kolay kabul edebilen bir insan değilimdir. Genel kabulleri sorgulamayı ve bunu yüksek sesle dile getirmeyi severim. Bazen bu başıma iş de açmıyor değil. Ama alternatifini düşünemiyorum bile.

      Bence burada önemli olan eleştirilerin genel olarak olgulara, tutumlara, davranışlara yönelik olarak yapılması, bireylere değil. Ben burada "şu kişi şunu yazmış, ne saçma" diyerek birilerini hedef alarak eleştiri yapmış olsaydım bu bence yanlış olurdu. Ama burada kimseyi hedef göstermiyorum. Zaten bunları yazarken aklımda hiç kimse yoktu. Ama okuyan biri kendini bu kategorilerde görüyor ve alınıyorsa bana itiraz etmekte özgür. Her türlü düşünceye açığım. Kişisel saldırı olmadığı sürece medeni tartışmaların gayet faydalı olduğunu düşünüyorum. Belki fikirlerimi değiştirebilirim bile, kim bilir?

      Her şey bir yana, zaman ayırıp blog'umu ziyaret ettiğin, yazımı okuduğun ve yorum yazdığın için teşekkür ederim. Yine beklerim...

      Sevgiler,

      Eda

      Sil
  2. Farkında olmadan çoğunu zaman zaman yapsam da gerçekten tespitler süper olmuş :) Önceden sıkı bi blog okuyucusu olduğum için sanırım bu haller bana da geçmişten yapıştı,genelde ürünle ilgili okuyucularımı bu konularla ( paraben,son kullanma vs. ) ilgili bilgilendiriyorum çünkü söylemesem de ısrarlar soruyorlar ama inanın bu konulara şahsi takıklığım sıfır,kozmetik üreticileri de bu konuların öyle farkında ki bas bas her yerde paraben içermez diye haykırıyorlar eee madem içermeden oluyordu da şu zamana kadar niye olmadı şüphesinden dolayıda bana pek inandırıcı gelmiyor..ve tabi sivilce,dokunma vs. durumu sanırsın herkes prof :) o konuda hiç kimseye akıl vermemeye dikkat ediyorum çünkü dediğin gibi birine çok iyi gelen diğerinin cildini mahvedebilir mesela meşhur the balm ürünleri ilk kullanmaya başladığımda benim cildimde inanılmaz sivilce yaptı ama çıkıp da sakın kullanmayın diye haykırmadım çünkü çoğunluk fiyat,ambalaj ve bunlara bağlı performasından dolayı oldukça memnundu beğenmeyeni dövüyorlardı , bende kimseyi etkilememek adına biraz bekledim,sonra normale döndüm ve şimdilerde severek kullanmaya devam ediyorum :) Bu konu konuşmakla bitmez , zevkle okuduğum bir yazıydı , ellerine sağlık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Elidaa,

      Güzel ve cesaretlendirici ytorumun için çok teşekkür ederim. Biraz sivri dilli olduğu için olsa gerek bu yazıya bazı eleştiriler de geldi ama senin gibi "halden anlayan" okuyucuların da çıkması doğrusu beni sevindiriyor. Gerçekten de hayatta her konuda olduğu gibi makyaj ve güzellik ürünleri konusunda da şüpheci ve çok taraflı bir bakış açısıyla konuları ele almak gerek. Bu sorumluluk özellikle blog yazarak insanları bilgilendirme görevini üstlenen kişilere düşüyor. Yoksa hep aynı doğru bilinen yanlışları tekrarlayıp durmanın kimseye faydası yok ki. Ben de aynen senin bahsettiğin şekilde mümkün olduğunca objektif bir şekilde ürünleri ele alan kişilerin bloglarını okumaktan çok daha fazla keyif alıyorum. Keşke her blog yazarı senin gibi duyarlı ve rasyonel olsa...

      Bu arada söz açılmışken, profil isminden blog'unun linkine ulaşamadım. Eğer cevap yazar ve bildirirsen çok sevinirim, zira yazılarını okumayı çok isterim...

      Görüşmek üzere... Sevgiler.

      Sil

Popüler Yazılar

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *